27 Mart 2008

2008'de Türkiyede Neler Olacak?


Bunu bilen yok. Böyle şeylere karar verenler var sadece.

Somut verileri bilemiyoruz. Bilmek de istemiyoruz.

Dostlarımıza sunabileceğimiz sadece ve sadece müdahillerin beklentilerinden, uzun vadeli politikalardan, pozisyon almalardan yola çıkarak Türkiyenin gündeminde olanları kısaca gözden geçirmek.

Tahminlerde bulunmayacağız. Hayat şaşırtır. Uyuyan şaşırır. Şaşırtanları da her zaman işler sanılanın işlememesi şaşırtır. Ama şaşırtılmaya şaşırmazlar. Bildiklerini okumanın başka yollarını soğukkanlılıkla ararlar. Siyaset irade işi olduğu kadar pragmatik işidir. Şartlar bir yere kadar "düzenlenebilir". Rüzgarı arkasına alan için ne yapsa işlediğini sanmasına yol açan dönemler söz konusu olabilir, ya da ne zemin ayağının altından çekilenler için ne yapsalar başarısız olacağına kapıldıdıkları dönemler. Siyaset bu değildir. Siyaset, daha uzun dönemlidir. Oturmasını, kalkmasını, beklemesini bilmekle, soğukkanlılıkla, zeminini, şartlarını, zamanını vb bilmekle alakalıdır.

Burada anlayan, anlayışlı, kavrayan bakışla pozitivist, manipule edici, müdahale edici sosyal mühendislikte ifadesini bulan iki ayrı anlayışın da rekabetini görüyoruz. Toplum mühendisliği bilimsel olduğu için değil, bir istediği, programı, dayattığı olduğu için başarılıdır. Bu başarı nasıl bir başarıdır, kurcalamayacağız. Tuttuklarını koparanlar,anlama anlaşma kültürüne galip gelebilmekteler gibi görünüyor. Ancak, yine de anlamanın anlaşmanın kuralları insanın insan oluşunda hüküm sürüyor. İstenç yani irade bir yanılsama değil gibi görünüyor.

Kolaya alan, basitleştiren karmaşık, daha hakiki, hakikate belki daha yakın modellerden verimli olabiliyor, yangından mal kaçırmada. Bu konuların üzerinde tekrar tekrar durmamız gerekiyor. Duracağız da.

Bu yazıyı, aklı başında birşeyler okusam, yazmazdım. En son izlediğim programda, iki seneye memleketin dağılacağı konuşuluyordu, dinlemeye sıkıldım. Nereden çıkarılıyor? Toplumlarda değişiklikler, bölgelerde değişiklikler kolay görülebilir, ama dinamiklerin hepsi bilinmekte midir? Bilinebilecek olanlar bile? Kaldı ki sunulan veriler, yanlış verilerin çözümlemeleri dahi şaşırtıcılık içermemekte. Yani hakikatle alakalı değil. Belki başka bir şey söyleniyordur, bir yönlendirme yapılmaktadır. Ama bize şaşırtıcı bir şeyler söyleyen, kafamızı karıştırabilecek bir şeyler söyleyen, silkeleyen kimse yoktur.

2008 YILINDAN BAŞLAYALIM: KEHANETE BAKIŞ, KEHANETLE BAKIŞ. 2008 yıllardır bir felaket yılı olarak sunuldu. Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç okuduk durduk. Doğal afetler için dönüm noktası olarak gösterildi. Borsa'nın çöküş yılı seçildi. Nükleer bir savaşın başlangıç yılı olarak işaret edildi. Bu iddiaların bazılarında teknik, analitik iddialar olsa da, iddiaları birleştiren, bütünleştiren bir genel kehanet teorisiydi. Buradan kıyamet teorilerinin, kıyamet sektlerinin bilimci ve modernist basına hakimiyetlerini de çıkarabiliyoruz. Ortada bir kehanet, iddia, ve o iddialara yönelik sevk ve idare söz konusudur. Üç beş sene önce gülüp geçeceğimiz bir dünya anlayışını, görüşünün dünyada siyasetin askerileşmesindeki önemi şaşırtıcıdır. Demek hakikatle bir ölçüde karşı karşıyayız.

Bu, tek tanrılı dinlerdeki iki önemli çizgiden birisine denk düşmektedir. Kehanetçilik, ve kehanet semboliği bir fay kırılma noktasındadır. Bu konulardaki anlaşmazlıklar, ister din ve bilim arasında yürüyor görünsün, ister bilimle din kapışması olarak görünsün iki farklı din anlayışı üzerinde yürütülen bir gerilime benzemektedir. Mesihçi ve mehdici radikalizasyon tüm dinlerde söz konusu olabilmektedir. Siyasetin, kehanetçi din anlayış(lar)ının gelecek projeksiyonu olarak şerçekleştirilmesi bazan soğuk kanlı ve modenist, bazan dindar bir görünüm arzedebilmektedir.

2008'e doğru askerileşen diplomasi, kimi anlamlarıyla klasik halini alır gibi görünen ya da aratan sömürgecilik ile müsamahalı olduğumuz dini öngörülerin geleceğe projeksiyonu yapan sadece komedilerde ve bazı bilim kurgu yapıtlarında üzerinde durulmuş olan anlayışların görünür ittifakla irkildik. Şaşırtıcı, gerçek gibi değil. Demek ki, üzerinde durulacak bir şeyler var.

Görünür ittifakın geri plana itilmesi dahi kafalarımızdaki soru işaretlerini silemeyecek gibi görünüyor. Ancak siyasetin aktörleri sabırlı. unutulmayı bekleyebilirler(di). Bu kez, eğer 2008 o kadar önemliyse, bekleyemeyebilecekler mi? Sanmıyorum. Sabrı bırakan, bir tarihe saplanan, şartları okumaktan, yönlendirmek ya da uyum sağlamak, uyum sağlatmak, siyasi bileşkelerle oynayarak denge değişiklikleriyle anlam alanlarını kaydırabilecek insiyatiflilikler ve insaiyatifler terkedilmek durumunda. Bu olacak mı? Mümkün, ama, akıllı değil.

Akıllı, akılcı olan bunları yapar mı? Bize bile "aklımı mı kaçırıyorum" dedirtebilen akıl iddiası ve icatlılıklar terkedilebilir mi? Enstrümentalizm kutsalları değil ki? Sadece araççılar, çıkarcılar o kadar. Bunun kuramını yapmak durumunda değiller. Her ahlâkî egoizm dayanışma düşmanı sonuçlara varmak durumunda değil. Burada zaten bireysel düzlem sözkonusu. Toplum mühendisliğinin toplumcu bir iddiası bile olabiliyor. Her hangi bir teorik egoizmle toplumculuğu kaynaştıran bakışlar da kurulabiliyor zaten: dayanışma herkesin çıkarınadır diyebilirler,mesela.

Araççı, insanlığı alet gibi gören bakışların ne bireyci olma zorunluluğu var ne de toplumcu. Bazı eğreti teoriler zaten kitabına uydurmadan ibaret, yeni dinsellikler oluşturmalardaki gibi.

Eski dünya eleştiriliyor, onun eleştirelliği, ahlaki iddiaları, temelindeki adalet düşüncesi elinden alınıyor, yerine öğretiye kehanete, kuruluşsuzluğa, ümitsizliğe ya da kurtarıcı bekleme bekletmeye, ya da kurtarıcı yıkıma hazırlamaya yönelik vb. Bir nebze tatlı hayat. Bir nebze kendini geliştirme klavuzu, bir nebze başkalarına kapanma, dünyadan ilgiyi çekme ve dünyayı dünya kendilerine lazım olanlara bırakma hali öngörülüyor. İster uzak doğudan ister vahşi batıdan gelsin, uyuşmaya, uyuşturmaya, cinselliği hedonize edip cinsellik düşüncesini tek bir bedenin düşüncesine dönüştürmesi; insanlararası karakterinden, interaktif, intersubjektif karakterinden çıkarılması yani cinselliğin ilkelliğe geriletilmesine ruhiyat yazılmasına tanık oluyoruz. Mihenk taşı, bu yenidinselliklerin klasik formlarındaki diğerkâmlığın olmayışı. Aydınımızın medeni bulmadığı "yerli" ve köklü anlayışların yerine koymaya çalıştığı da genellikle bu. Sömürge dinselliği. Buna neden ihtiyaç duyuluyor, anlatması ilginç olabilir. Ancak barış, kardeşlik ve dayanışma değil. Kesinlikle.

Bazan kıyametçi çizgiye geçiş alternatifi, bazan aynı spektrum içinde doğrudan alternatifi,bazan kader anlayışında rakibi olabiliyorlar. Çoğu kez içimizde dile getirilemeyecek alternatif, dışarda(n) dile getiriliyor, canlı tutuluyor.

Ortak nokta, ahlaki eylemeye, adaletin deneyim alanına önem verilmemesi, ilahi adalet varsa, öngürülürse, bireysel ya da toplumsal boyuttaki "ilahi adalet" görüşlerine, yani programa, projeye güdümleyerek, projeyi gerçekleştirmeye endeksleyerek söz konusu etmeleri.

Adalet, hak, hukuk başkası için, hatta bazan cemaat için bile yok. Baskı, sömürü zulme karşı mücadele programatik olmadıkça söz konusu değil.

Ortada insanlık yok, dünya yok. Dünya, öbür dünyanın ele geçirilme alanı.

Uzatmayalım. İster intihar sektleri olsunlar, ister uzay gemisi bekleyenler, isterse ülke sınırlarını ve dümyanın şekillenmesini değiştirmeye soyunmuş kurumlar olsunlar, istençlerinden başka, eylemelerinden başka, sabırlarından ve kararlılıklarından, ne istediklerini bilmelerinden, müdahaleciliklerinden başka bir güçleri yok. Yani hayatla bir anlaşmaları yok.

Müdahil kaderciliğin üzerine düşünmek oldukça verimli, ilginç, ama bu konuyu ezbere sağı solu suçlayan panikçi yazarlarımıza bırakalım. Söyleyeceğimizi söylediğimizden tadında bırakalım. Öngörülenler, zamanı geldiğinden, proveke edildiğinden, ya da düzenlendiğinden oluşsa da dünyadaki denge ve dinamikler her ezberi yanlışlayabilir. Burada dikkat edilecek husus şudur: Geri çekilmesini beklemesini bilen insanlara "yenildiler", "yanıldılar" dememek lazım. Herkes şartlara tabî. Şartların efendisi olmak, her daim (aslında hiç bir zaman diyebilmeliydik:)) mümkün değil.

Burada bizdeki hakim kader anlayışının kaderci bir kader anlayışı değil, başka hayatların hukukunu kabullenmek olduğunu, kaninatın sahibi değil kainatta misafir, ya da kainatla beraber olduğumuzu, bir sorumluluk ilişkisini, belirlemeciliğin ahlaki, hukuki sınırlarını koymayı getirdiğini de farketmeye başlamamız lazım.

(Devam edecek. yoruldum. Düzeltme yapamadım. ham metni sunuyorum, ham fikirler değil:))