19 Mart 2008

Aslan, Sırtlan ve Serçe


Aslanın aslanlığından bıkan serçe, sırtlanı padişah görür de, padişah neden serçeyi yolundan çevirmez?

Padişah, sırtlana kul olana da padişahtır, o halde neden susar? Yolu yanlış olanın önünü kesmez?

A Padişah, sırtlanın taç sahibi yapılmasına mı içerlersin de, eğriye doğruya karışmazsın? Sofrandan kalkılıp sırtlanlarla oturulup kalkılması mı seni içerleten? Sessiz bir gazap mı hayatla sınananlacaklara kükrememen?

Sırtlanla aslanı ayırt edemeyecek olanı, sırtlan açlığıyla aslan hukukunu ayırt edemeyecek olanı biz soframıza oturtmadık ki. Aslan sofrasındaki serçe, serçeliğinden, alıcı kuşlardan korkusundan buyur edildi aslan sofrasına da aslan sofrasında, aslan payına oturdu. Aslan sofrasına bakışı kendine bakış sandı. Aslanlaştı. Aslan sofrasındaki serçe, serçelerin aslanı oldu, serçeden bir aslan oldu, orman önünde eğildi.

Sofradan kalkan, sofrada kalkışan serçeye orman serçeliğini gösterdiğinde anlaşılır o o mu, sofrası mı. Orman, serçeliğin de aynasıdır, padişah sofrasında oluşun da.

Serçe aslanın yediğini leş görünce, sırtlanla aslanı nasıl yediklerinden ayırdeder? Aslan sofrasında sofradan birisi olma haline, sırtlanlar sofrasında istediğini cıvıldama serbestliği yeğlenmez mi?

Serçe istediğini söylemekteydi, karışanı yoktu. Dinleyeni de. Dinlediği de. Ben özgür bir ruhum, kanatlandım, gökyüzüne kanat açtım dedi Aslana.

Aslan iç çekti. A yiyeceği iki solucan, bir kaç yemişenden ibaret olan büyük heves. Sana sırtlan sofrasından düşen ne? Bezmimizde padişah sofrasından birisiydin. Alıcı kuşlar sana uzaktı nereye gitsen, nerede dolaşsan. Ama bir kuştun, kanatlanıp uçacaktın, kanedini kıramazdık, bütün dünyayı ormanımız yapamazdık.

Şimdi hayatla sınanmaktan başka çaren yok. Kendinden ibaretsin. Sırtlanın dostluğu, sırt dönenlerin dostluğu. Sırtlanın padişahlığı, kendi elindekini açlara verenin değil, başkalanrının elindekine, insanın elindekine ağız suyu akıtanın sultanlığı. Elinde tutacağın her lokmaya acıkacak bir dost sahibisin artık. Kolay gelsin.

Sana kol kanat geren orman, şimdi seni padişahlık yareni görmeyecek, hatta hiç görmeyecek. Aramızda görülmediğin, kendini gösteremediğinden yakınmaktaydın, şimdi iki dirhem etin görünecek, bir ava dönüşeceksin. Görünürken, görünemeyecek olan kendin, kendinliğin. Kendin ol da anla.

Serçe daldan dala konarak, uzaklaştı. Ürkekliğini bazan üzerinden attı. Bazan eli ayağı titredi. Ama serçe gönlü bu, kâh unuttu, daldı gitti, kâh her gölgeye, her gölgede kanatlandı.

Ne mutlu ki sana, dedi Padişah, hayatla sınananlardan olacaksın. Ama olsan olsan, gene bir serçe olacaksın, görmüş geçirmiş, yorgun bir serçe. Olsan olsan, gene bir padişaha dost olacaksın.

Kuşlar padişahı ise padişahlardan da öğrenir, hayattan da.

Dost olmak, padişah olmaktan daha yüce olmadıkça gözünde, padişah gözüyle bakamadıkça, dost gözüyle de baksan, dostluğuna dost olamadıkça, nasıl padişahların padişahı, dostların padişahı olacaksın ey Serçe?

Serçecik, ne padişahın gözüyle, ne de sırtlanın açgözlülüğüyle, dostuna alıcı bakışıyla bakmış. Uçuşabilmeyi, kaçışabilmeyi yaşamış. Eşinmiş, çimmiş, dinleme zahmetsiz bir zahmet, bir ömür çürütmüş ormanda.

Serçe ömrü serçe tecrübesine yetebilecek bir ömür, Puhu Kuşuna sormalı kuş hayatını. Yine de, serçe bilgeliği, serçenin bilgeliği. Tecrübeye yetecek bir ömür, herkese yetecek bir hayatlılık, kendine yetecek kadar kazanılmış akıl kime kul olur ki?

Sofrasına bütün kuşlar alemi konar da bir kuşlar padişahı ya görür ya görmez, Padişah.

Sözü hürriyetinde değil, aklı hürriyette olan, Padişah.

Çilesiz bir dostu, sınanmış insana tercih eden saflıktan değil, saf duruşunun saflığı. Saf kalanla da saf kalır, saf kalamayanla da saf kalır çünkü, padişahlık cevheri.

Saf kalamayan, hayata bulaşan, hayatla bulaşana selâm olsun, binlercesi sahile koşuşturur da, belki bir tanesi yuvaya döner, derin sulardan, avcılardan, aç gözlü yaratıklardan, çetrefilli bir ömürden, sade bir ömürden. Sırtında yuvası, sırtında ömrü, yükü, yüklüğü.

Zahmetsiz, hayatsız, yanlışsız serçe bile olunmaz. Serçenin mekteplisi bir yere kadar olur.

Bin doğrunun öğretemediğini çeyrek yanlış öğretir.

Sofrana herkesi neden kabul eylersin Ey Padişah diyene padişahlar sadece gülümserler: Ol da gör!

İnsan ol da gör.

Kararınca öğren ey insan, çok çekme, bilgeliğin bedeni dostlara yem olmaktan geçmekte, sırtlanla aslanı ayırdedememelerden, hür düşünebilmeye alıcı kuşların gölgelerinde uçabilmeyi tercih etmelerden. Kararınca öğren, bilgeliğin başka kimseyi bilge yapmayacak: Senden de öğrenen insan, kendi kanatlarıyla uçacak.