9 Mart 2008

Sufî Diyet Olur mu?


Sufî normal bir insanın hayatını yaşamayacaksa, demir dövmeyecekse, yük taşımayacaksa, siperde yatmayacaksa, çocuk doğurmayacaksa, belki.

Sanırım uzak doğu dinlerinin etkisi altında kalıyoruz. Ayrılmak, kopmak, kontrollü inziva bizde sadece bir yöntem. Bir kendini bulma yöntemi. Bunun yemesi içmesi, yatması, yaşantısı elbette farklı olur.

Gaybda mı gezeceğiz, gönüllerde mi gezeceğiz sorusu bir denge gerektirdi hep, dünya işleri bazan kerhen kabullenildi, bazan dünyayı anlamak, değiştirmek, dayanışma, taşın altına el koyma öne çıkarıldı.

İnsanların değişik metabolizmalarının olabildiğini görüyoruz. Yolculukta, felakette, inzivada, uykuda, uyanıklıkta, dehşette, korku altında, mutlulukta, sıcak ve soğukta "standart" metabolizmanın farklı işleyebileceğini biliyoruz. Vücudun bazı ihtiyaçları var. Bunlar irade ile belirlenebilir şeyler değil. Nasreddin hoca, eşeğe verdiği yemi kısma işini boşuna anlatmamış. Gıdayı fazla almak kadar kısmanın da bir haddi hududu var.

Tebrizli Şemsin az yediğini, az uyuduğunu biliyoruz. Ama daha fazla uyumak, ve o kadar az gıdayla yetinmemek çoğunluğun ihtiyacı. Sıradışını diğer insanlara dayattığımızın farkında olmamız lazım.

Anoreksinin, bluminin, tuzsuz, şekersiz, yağsız beslenmenin yani depressif beslenmenin, depresyon beslemenin özel/"elit" "üniversitelerimiz"de, "elitimiz"de bir ideolojik saplantıya dönüştüğünü, hayat tarzımızın, yeme içime kültürümüzün çembere alındığını, silinmeye çalışıldığını düşünmeden beslenme konusunda konuşmamamız lazım gelmektedir.

Diyetçilik, kürler, yağsızlık ideolojisi ile birleşti miydi fakir yaşamanın, sade yaşamanın ufku, ortaya çıkan eser "bir felaket" olabiliyor. Bir sufinin kontrollü hayat tarzı ile koşmaya, çalışmaya, ev işlerini ucundan tutmaya, başkalarına enerji ve insaniyet gücü ayırmaya zorunlu insanların, gençlerin hayat tarzı örtüşmüyor. Vücut kontrolü, metabolizmaya bir insanın olabileceği kadar hakimiyeti de ne sıradan bir insan için gerekirlik, ne de bir zorunluluk.

Yeterince beslenmediği için insanları ihmal eden, onlara asabî davranan, ayağa kalkacağı yerde uyuklayan ve sürünen insanlar, fazla yiyen insanlardan daha fena bir beslenme içindeler.

Fazla gıda almak yalnızca israf değil, vücudu tıkama, zorlama, hatta zehirleme işi de. Ancak, bazı dönemler yağlanmak, balıkların bile başvurduğu iş. Felâketler öncesi insanların da. Eğer Bosnada insanların vücudundaki yağ oranı daha düşük olsaydı çembere alındıkları dönemde, daha büyük kitlesel ölümler bekleyebilirdik.

Kiloda sabit olmama, bazan biraz yağlanma (zor dönem öncelerinde), bazan yağ oranının düşmesi bence sağlıksız değil. Bir iniş çıkışlılık olmalı. Bundan gerisi diyetisyenlerin, bilim adamlarının, tabiplerin işi.

"Sofradan yiyebileceğinin aynısını bir kere daha yiyebilecekken kalkınız!" iyi bir şiar/buyruk. Yeterli bir norm. Daha fazlası felâketsizlik iddiası; hep yardım edecek birilerinin, hizmetlilerin bulunduğu bir hayat tarzının işaretçisi, zorda kalmayacakların hayat tarzının konuşturulması olur.

İnsan hayatı, insan vücudu iniş ve çıkış içeriyor. Kontol, kontrolcülük bazan nefsi, iradeyi kontrolden çok kendimize, vücuda ve bize emanet edilen herşeye efendilik iddiası taşıyor. Vücudumuz da biziz, yani vücudumuzdayız, kendimize emanetiz, kendimizde de emanetteyiz. Ne vücudu yenilmez ve ölümsüz bir saraya dönüştürme iddiasını taşıyacağız, ne de bir işkencehaneye çevireceğiz. Ölüme, ölümlülüğe, hayatın sonuçlarına rıza göstereceğiz. Karşımıza çıkan insanlık işlerine de miskince bakmayacağız, ayağa kalkabilecek halimiz olacak. Sağlığımıza dikkat etmeden hangi ruh sağlığından bahsedebiliriz, hangi hormonal dengeden, hangi insanî enerjiden?

Hastalık insanı dirençsiz, güçsüz kılmaz, içini de boşaltmaz insanın. Hastalıktan korkmamak gerek. Korkmak da korkunç değil. Hastalıkla beraber yaşamayı öğreneceğiz, hastalıkları mümkünse yenebilmeyi. Gerektiğinde ölüme teslim olabilmeyi. Sağlığa dikkat etmek, sağlık ideolojisi değil, bir ahlaki imperatif, bir tavır, hoyrat olmama hali.

Kabullenmek ve direnmek. Görmek, izlemek ve tavır almak. Anlamak ve eylemek. Kim zıtlıklardan tezatlar yapılabilir diyor ki?

Aynı anda hem yaşıyor hem ölüyoruz, ikisinin de hakkını vermekten bahsetmekteyiz, Efendim.